Rüştü BOZKURT’un bu yazısı dunya.com sitesinden alınmıştır.
Bizim kuşağın özellikle öğretmenleri Grigori Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabını iyi bilir. Okullarımızda öğretmenlerimiz gideceğimiz köylerde, kasabalarda, kentlerde sadece öğretmenlikle yetinmememizi, toplumsal gelişmeye de önderlik etmemiz gerektiğini telkin ederlerdi. Öğretmen Avar’ın heyecanı zihnimize yerleşir; kulaklarımızda Necefi’nin Kalk Borusu çalar; zihinlerimizin yelkenlerini, Grigori Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesindeanlattığı bireysel başarıların toplumsal yansımalarının estirdiği rüzgârlar doldurdu.
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabını yeniden yayınlayınca 57 yıl sonra bir kez daha okudum. Dünyanın örnek ülkelerinden birini yaratan Suomi’de yaşayan Fin halkının 200 yıllık çabalarının arka planına dönüp baktım. Hikâyenin 1800’lü yılların ilk yarasında geçtiğini, okuyucunun bu küçük ayrıntıyı gözden ırak tutmamasının, değerlendirmelerindeki nesnelliği artırabileceğini düşündüm.
İmparatorlukların gücünün göstergesi ganimet vergi gelirleri sağlayan seferler ve genişleyen topraklardı. Ulus devletlerin gücünü endüstriyel üretim düzeyi, ittifakların dayandığı değerleri savunma gücüydü. Yarının devlet örgütlenmesinin gücünü entelektüel öncülük belirleyecek.
Küçük ve büyük veriye sahip olmak gerek şarttır. Etkin yönetim ve etkili sonuçlar yaratma yeter şartlarıdır. Özellikle küçük verinin ne olduğunu, etkili bir iş insanı için ne denli gerekli bir araç olabileceğini anlatabilmek için Beyez Zambaklar Ülkesinde anlatılan, Suomi’de Snellman’ın öncülük ettiği uyanış hareketinden doğan Thomas Gulbe öyküsünü ödünç alalım:
Yumurtacı Thomas Gulbe’nin öyküsü
“Thomas Gulbe köylerden yumurta toplamaya başladı. Kapı kapı dolaşıp her evden iki, üç yahut sekiz, on yumurta alırdı. Para yerine köylülere karşılığında takasla ufak tefek mallar verir, topladığı binlerce yumurta kutusunu yurt dışındaki yumurta depolarına satardı. Yumurtaları alırken ise bayat olmamalarına dikkat eder, her birinin üzerine, T.G. (Thomas Gulbe) yani kendi adının baş harflerini mühürlerdi.
Bir yıl içinde Londra, Paris ve Berlin’deki en ünlü oteller, tedarikçilerinden yalnızca Thomas Gulbe marka yumurta göndermelerini talep etmeye başladı.
Thomas Gulbe Findlandiya’nın farklı bölgelerinde tek başına seyahat edebilecek durumda değildi, bu ona çok pahalıya mal olabilirdi. Bu yüzden ülkedeki okul öğretmenleriyle yazışarak, geniş ama aynı zamanda çok basit bir satın alma ağı geliştirdi. Ülkeyi bölgelere ayırdı ve Roma Rakamlarıyla numaralandırdı: I, II, III, IV, V, VII, X, XX gibi. Bölgedeki her okul ise Arap Rakamları 1, 2, 3, 5,7, 10, 20 gibi.
Öğrenciler her gün evden veya komşulardan topladıkları yumurtaları okula getiriyordu.
İşte bu yüzden yumurtalar hep tazeydi. Öğretmenler gelen yüzlerce yumurtayı toplayıp her yumurtanın üzerine bulunduğu bölgenin, okulun numarası ve altında yumurtaların kendisine getirildiği her ev hanesinin baş harflerini işaretlerdi.
İşaretler kimyasal bir mürekkeple yazılır, yumurtalar paketlenir ve aynı gün Thomas Gulbe’nin Abo şehrinde bulunan deposuna gönderilirdi. Oradan hemen kasalarla gemilere yüklenirdi. Sadece iki üç gün içinde Fin yumurtaları Paris, Londra, Antwerp, Berlin’deki lokanta ve otellerde servis edilirdi.
Eğer gönderilen malın içinde bozuk yumurta çıkar ve bunun sonucunda Londra’daki otellerin müşterilerinden biri memnuniyetsizliğini ifade ederse Gulbe’nin depolarında derhal aşağıdaki açık mektup yazılırdı:
“15 Nisan tarihli, VII. Bölge, 15 numaralı ve M. İşaretli yumurta bozuk çıkmıştır”
Kısa bir süre içinde Gulbe’nin Abo’daki deposunda yumurtanın kime ait olduğu tespit edilirdi. Bozuk ürün VII numaralı Kuopio bölgesinden, 15 numaralı filanca öğretmenden ve M. harfli kadından satın alınmıştır.
Hemen öğretmene mektup yazılır ve “15 Nisanda madam Makinen tarafından size bozuk yumurta teslim edilmiştir’ bilgisi geçilirdi.
On yıl sonra Thomas Gulbe Finlandiya’nın yumurta kralı oldu. Yazları malları soğuk hava depolarında, kışın ise ısı ayarlı yerlerde tutuyordu. Hamburg, Londra ve Vlissingen’de de depoları vardı.
Finlandiya’nın her bölgesinde köylülere düşük fiyata satmak üzere cins tavuk yetiştirdiği çiftlikler kurdu.
Yumurta ticaretinin ardından damızlık ve kümes hayvanları ticaretine başladı. Ardından tavuk eti, sonra da av eti ticaretine girdi. Thomas Gulbe çok zengin olmuştu, ancak daha önemlisi her gün yurt dışına yapılan ihracat nedeniyle ülkeye sağladığı döviz girişi Finlandiya’nın ekonomisine büyük katkı sağlamıştı.
Thomas Gulbe Şirketi her yıl köy okullarına yüz bin mark bağışta bulunuyordu. Zeki köylülerin tarım alanında uzmanlaşmaları için Norveç, Danimarka ve İsveçgibi ülkelere göndermeye de ayrıca bir yüz bin mark daha ayırıyordu. Ve son olarak yurt dışında bilimsel çalışmalarda bulunabilmeleri için Fin yazarlara, bilim adamlarına, sanatçılara da yine yüz bin mark bütçe ayırıyordu.”
Çıkarmamız gereken ders nedir?
Thomas Gulbe’nin öyküsünden çıkaracağımız sonuç, dijital çağın barkodlarının, sensörlerinin, makine öğreniminin, internetinin, yapay zekâsının olmadığı bir zaman kesitinde yumurta için kurduğu ağ, işaretleme sistemi, gözetim ve denetim mekanizması işinin niteliğini belirliyordu: “Küçük veri sistemi” kurmadan etkin işyeri yönetilemezdi. Bugünün objektifinden bakıldığında, yarı-legal, yarı formel yapı, ucuz-emek odaklı düşük verimlilik, kuralların geçerli olmadığı ülkeye yapılan ihracattan uzak durabilmenin tek yolu var: Küçük veriyi oluşturma ve disiplinle yöneterek küresel verimlilikleri yakalama.
Kendi işiyle ilgili küçük veri sistemini kurmamış, izleme, gözleme ve denetleme mekanizmalarını oluşturmamış hiçbir kuruluş ve kuruma makro ölçekte geliştirilen akıllı stratejilerin, usta taktiklerin ve maharetli uygulamaların gerektiği kadar yararı olmuyor; yakın gelecekte ise hiç olmayacak.
Thomas Gulbe gibi yumurta aldığınız köydeki kadından, toplayıcı okula, gözetim yapan öğretmene, iklim koşullandırmalarına, taşıma sistemlerine, son çözümlemede müşteri tepkilerine anında ve doğru yanıtlar vermenin bir tek yolu var: İşinizle ilgili küçük veriye hâkimiyet.
Veri, metot, model, kanıt ve karar bütünlüğünü gözetmesini öğrenmeliyiz ki, büyük veriyi değerlendirmenin önkoşulu olan küçük verinin değerini de önemini de kavrayabilelim.
Kaynak: dunya.com