Formula 1’den Yöneticilik Dersleri
Singapur’daydım. Toplantılar ve Goya için, seyahatim Formula 1(F1) Grand Prix ile çakışınca izlemek vacip oldu. F1’in iç yüzünü en güzel anlatan kitaplardan biri olan Performansın Sınırlarında (F1 Yarışlarından Yöneticilik Dersleri) kitabından neler öğrendim. Tanınmış Formula1 yorumcularından Peter Windsor şöyle demiş: F1, her takımın kendi aracının teknolojisini tasarlaması gereken tek motor sporudur. F1’in markalar için de oldukça önemli bir fırsat olduğunun farkındasınız. Yarışlardaki görünürlük ve takım tutan insanların sadakatinin yanı sıra yıl boyu başka fırsatlar da yaratılıyor.
İş hayatı ile F1 deneyimini bağdaştıracak olursak; eğer şirket CEO’larına soracak olursak…
Vural beye yarışlar devam edecek mi? diye sorduğumda cevabı…
Ben Formula aracı kullandım mı? Yarış arabam var mı?…
Formula takımları ve iş hayatının benzerlikleri ve kopyalanabilecek prensipler var mı?…
Aile, hobi, iş hayatı dengesi…
Aşağıda yazıda detayları…
Geçen hafta hem Linkedin hem Instagram hesaplarımdan Formula 1(F1) görüntüleri paylaştım. * Herhalde “Ne oluyoruz” diye düşündünüz… Toplantılar ve Goya için Singapur’daydım. Seyahatim F1 Grand Prix ile çakışınca yarışı izlemek için mümkün olduğunca uygun bir konum bulmak vacip oldu. Singapur’da yarış şehir içinde yapılıyor, heyecan verici bol virajlı bir pist, hele ıslak olunca… Bu arada otomobil yarışlarına ilgisi olmayan bazılarınız için açıklayayım; mesele sadece F1 değil; yakından bilenler için F1 çok kıymetli yönetim, pazarlama, insan ilişkileri dersleri içerir. Ayrıca bugün F1 takımlarına sahip olan şirketlerin deneyimlerinden birçok özel ve kamu kurumu yaralanmakta, geliştirdikleri teknolojileri insanların yararına kullanmaktadır. Örneğin: F1 tecrübesi sayesinde edinilen uzaktan algılayıcı ve telemetri uzmanlığı, McLaren Applied Technologies’de (MAT) kullanılırken aynı zamanda , İngiltere’deki Oxford Üniversitesi Hastaneleri’nde hastaların tedavi sonrası iyileşme süreçlerinin takip edilmesine yardımcı oluyor.
Bunları F1’in iç yüzünü en güzel anlatan kitaplardan biri olan Performansın Sınırlarında (F1 Yarışlarından Yöneticilik Dersleri) kitabından öğrendim.. Yazarları Cranfield Yönetim Fakültesi’nden Mark Jenkins, Yönetim Danışmanı Ken Pasternak ve McLaren, Williams ve Arrows, F1 takımlarında üst düzey yöneticilik yapmış Richard West. Kitap F1’den yani Bernie Ecclestone’den alınan özel izinle padoklarda yapılan özel röportajlara dayanıyor ve başka bir örneği de yok.
Dünyada iki tür Grand Prix vardır: Kamusal alanda gerçekleşen dış dünya yarışları ve takımların kendi içindeki yarışlar. Yazarlar bu kitapta her ikisini de anlatıyorlar. Bildiğiniz ilk otomobil yarışı 1894 yılında, Fransa’da, Paris merkezli bir gazete tarafından organize edilmiş. Ancak 1906 senesinde Automobile Club de Paris’in sponsorluğunda düzenlenen ve Renault’nun kazandığı yarışa dek Grand Prix terimi hiç kullanılmamış. Günümüzdeki F1 Dünya Şampiyonası’nın modern tarihi ise 1950 yılındaki yalnızca yedi yarıştan oluşuyordu; bir Avrupa şampiyonası hüviyetindeydi. Gerçi 1952 senesinde yalnızca Ferrari takımı Atlantik’i geçip Indianapolis’te yarışmıştı.
Tanınmış F1 yorumcularından Peter Windsor şöyle demiş: F1, her takımın kendi aracının teknolojisini tasarlaması gereken tek motor sporudur.
2015 sezonunda gerçekleşen on dokuz yarıştan on beşi büyük bir oranda o yarışa ev sahipliği yapan ülkenin hükümeti tarafından finanse edilmiş. Onlar için F1 atmosferi ülkelerine başka şekilde elde etmesi güç bir prestij sağlıyor. Üç gün süren yarış haftasında devasa bir televizyon izleyici kitlesinin yanı sıra sosyal medyada ve basında F1 heyecanını takip eden hatta yüz milyonlarca insanın dikkatini kendi şehirlerine çekmenin önemli avantajını elde ediyorlar.
Tüm bunlar arasında Singapur ülke turizmini artırmak üzere izlediği politikanın bir parçası olarak F1’e katılmıştır. Hükümet yarış haftasında ayrıca çeşitli konserler ve etkinlikler düzenleyerek yarışın tüm şehri kapsayan bir şölene dönüşmesi için büyük bir çaba sarf etmektedir. Marina Bay Grand Prix’sinin ilk dört senesinde yüz milyon kişi yarışı televizyondan takip etmiştir ve her bir yarışa iki yüz ila üç yüz bin biletli seyirci iştirak etmiştir. Bu dönemdeki turizm gelirleri şehrin genel bütçesine 410 milyon dolarlık bir katkı sağlamıştır.
Bunun markalar için de oldukça önemli bir fırsat olduğunun farkındasınız. Yarışlardaki görünürlük ve takım tutan insanların sadakatinin yanı sıra yıl boyu başka fırsatlar da yaratılıyor. Örneğin Porsche’nin Almanya’daki Leipzig fabrikasında Porsche pilotlarıyla arabaları test etmiştik. Panamera modelinin imalatını incelemiş, Porsche arazi taşıtlarının performansını outdoor pistte test etme imkanı olmuştu. Üstelik bunlar kafanızda canlanan meblağlara değil 600 euro gibi bir bedele mal olmuştu. #mutluetmutluol
Yarışlara dönecek olursak Monaco veya Singapur gibi yerlerin aksine, Belçika’da yarışacak pilotlar, takımlar, konuklar ve destek ekipleri çok daha cazibeli ve ışıltılı olan lüks rezidanslar ve beş yıldızlı otellerde konaklamak yerine aile işletmeleri olan butik otellerde ve küçük konutlarda konaklarlar, tüm bunlar bu yarış ortamının kendine has atmosferini oluşturur. Pistte pilotların yeteneklerinin sınırlarını zorlayan virajlar vardır.
F1 endüstrisinin toplam değerinin üç milyar doların üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Yüzde 38’i kadın olmak üzere toplamda 425 milyonun üzerindeki televizyon seyircisiyle F1 yarışları dünyada her yıl düzenlenen spor organizasyonları arasında seyirci bakımından dört senede bir düzenlenen Olimpiyat Oyunları ve Dünya Kupasının sonra en çok izlenen spor olayıdır Yalnızca Olimpiyat Oyunları ve Dünya Kupası seyirci bakımından F1’in önündedir. Ancak bu iki organizasyon da dört senede bir düzenlenmektedir. F1 yüksek rekabet duygusunun olduğu bir organizasyondur ve saniyenin yüzde biri bile yarış sonuçlarına etki edebilmektedir ve en uzun geçmişe sahiptir.
İlk zamanlarda F1 yarışlarının amacı, sektördeki üreticilere kendi araçlarını ve teknolojilerini tanıtabilecekleri bir yarış platformu sağlamaktı. Bu nedenle F1’in en temel unsurlarından biri her üreticinin her sene kendi yarış aracının tasarımını yenilemesidir. Mercedes ve Ferrari gibi bazı otomobil üreticileri kendi güç ünitelerini de tasarlar. Eskiden güç ünitesi yerine motor kelimesi tercih ediliyordu, ancak 2014 sezonunda F1 araçlarının motorları oldukça karmaşık, turbo şarjlı hibrit V6 güç ünitelerine dönüşünce motor kelimesi yetersiz bir tanım olarak kaldı. Bu güç ünitelerinde günümüzde Enerji Geri Kazanım Sistemi (ERS) olarak adlandırılan sistemler bulunuyor. Ne demek istedimse…
Televizyonda kıtalararası mesafede gerçekleştirilen bir Grand Prix izlediğinizde, pit alanında, garajlarda ve padokta bulunan her şeyin paketlenip ülkelerin gümrüğünden geçirildiğini, yarışın gerçekleşeceği alana teslim edildiğini, burada yüzlerce kolinin açılıp ekipmanların kurulduğunu, yerleştirildiğini ve yarış sonrasında tekrar toparlanıp takımların ana merkezlerine veya bir sonraki yarışın gerçekleşeceği ülkeye gönderildiğini, üstelik tüm bu nakliye işleminin kısıtlı bir zaman aralığında yapıldığını düşünün; işte o zaman F1’in lojistik kısmının ne kadar karmaşık ve zor bir iş olduğunu anlayabilirsiniz. Aynı şey F1 yönetiminin ısınma turlarını, sıralama turlarını ve yarış görüntülerini dünyayla paylaştığı televizyon stüdyoları ve bu stüdyolarda kullanılan ekipmanlar için de geçerlidir.
F1 yarışları bizlere örgütsel performansın doğası konusunda birçok önemli ipucu verir. Bunlardan ilki şüphesiz ki doğrudan performansın kendisidir. Fakat bu aslında görece olarak avantaj sağlamaktır. Herhangi bir F1 takımı kendi aracında yaptığı geliştirmelerle performansını önemli ölçüde yükseltebilir, ancak bu performans artışı rekabet içinde olduğu diğer takımların gösterdiği gelişimin altında kaldığı takdirde sadece gelişim sağlamış olurlar. Yöneticiler ise sıklıkla performansın görünür göreceliliğini dikkate almadan kendi iç performans ölçütlerine odaklanırlar. Halbuki kendinizi değil rakibinizi geçeceksiniz. Tabii bu da ekibin beher bireyinin başarısının bileşkesinden oluşur.
Ama pilot olmak da kolay değil; mesela buzda ralli için İsveç’e gitmiştik. Göl 90 cm’den kalın buzla kaplanınca müsaade edilen bir etkinlikti bu. Karları küreyip hemen bir pist haline getiriyorlar. En zevklisi de tam gaz giderken 90 derece dönüyorsunuz ve en fazla çevredeki karlara saplanıyorsunuz, etrafta ağaç yok! Dışarısı -18 derece iken sizi terleten bir deneyim, gün boyu yüksek bir efor gerektiriyor, ancak dinlenmelerde igloda çay içiyorduk. Oldukça keyifliydi.
Bu arada hep yabancı pistlerden bahsettim ama İstanbul pisti de oldukça keyifli ve zorlu bir pisttir. Arkadaşlarla ödünç arabalarla İstanbul pistinde bir günde 55 tur (lap) yapmışlığım var. Hatta Porsche GT2 manuel şanzımanla kalkışlarda GT3’ü geçmiştim. Benim de gokart irisi bir KTM aracım var, sadece pistte kullanılan bir araçtır. Aslında performanslı bir gokart aracı gibi düşünebilirsiniz, önde siperliği bile yok. İstanbul pistinde Michael Schumacher’in performansının %60’ına ulaşabilmiştim, daha ne isterim. Biraz önce bahsettiğim yüksek efor ve stres nedeniyle gün sonunda bir beden küçüldüğümü hissetmiştim.
Ülkemizde F1 2005-2012 arası 7 kere maliyeti tamamen devlet tarafından üstlenerek yapıldı. Şimdi pistin sahibi durumundaki Vural Ak beye sorduğumuzda; Intercity olarak F1 yarış maliyetleri yıllık 13,5m $ ve yaklaşık 6m $ da yarış masrafları olmak üzere 2020 ve 21de üst üste 2 kere yaptık. 2020 yarışı pandemi nedeniyle seyircisiz yapıldı ama büyük bir başarıyla en iyi yarış seçildi ve yaklaşık 2 milyar kişi TV ve sosyal medyada seyretti. 2021de toplamda 250.000 den fazla seyirci ile yapılan yarış yine TV ve sosyal medyada 2milyara yakın kişi tarafından izlendi. İstanbul’umuzun ve Türkiye’mizin büyük tanıtımı oldu. 30.000 den fazla yabancı turist katıldı. F1 ekipleri ile 35.000 yabancı ziyaretçi sadece yarış haftası İstanbul’daydı; yaklaşık 150milyon USD döviz bıraktı. THY, oteller, taksi ve kiralık araba servislerine katkısı da fevkalade oldu. Alışveriş ve lokanta/kafeler de cabası…
Vural Ak bey ilaveten: F1 için İstanbul ve Türkiye’nin tanıtımı ve direkt döviz kazandırdığı için çok önemli bir “Soft Power”dır. Gülen yüzlerle ve fanatizmden uzak seyircileri ile diğer spor dallarından pozitif ayrışmaktadır, diyor.
Vural beye yarışlar devam edecek mi? diye sorduğumda; kamuya yük oluşturmadan özel sektörden bir şirket olarak tüm maddi ve manevi yükümlülükleri üstlenerek 2020-21 yarışlarını gerçekleştirdik. Ama yaklaşık 40/45 milyon USDa mal olan tek bir yarışı üstlenmemiz mümkün değildir, dedi. Makul ve mantıklı olmadığı için bu şartlarda yeniden F1’i getirmek mümkün görünmemektedir. Çünkü bilet vs gelirleri 10milyon USD’ı bulmamaktadır. Ancak ülkemizin büyük grupları ve markalarının birleşerek, uzun vadeli stratejik bir yaklaşımla F1 yarışlarına sponsor olmaları veya reklam vermeleri halinde İstanbul Park’ta F1 yarışlarının sürmesi mümkün olacaktır.
Vural Ak ayrıca: Intercity İstanbul Park tamamen yenilendi ve ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye hazırdır. Pistimizde tüm pilot ve takımlar yarışmaya can atıyor çünkü hem çok hızlı ve zor hem de çok güvenli bir pistimiz var, dedi.
Bir örnek verecek olursak, Rolex pandemiden sonra mağazalarında saat olmamasına rağmen ve ikinci el saat fiyatları yenisinden pahalıyken F1 reklamlarına devam etmektedir.
İş hayatı ile F1 deneyimini bağdaştıracak olursak; eğer şirket CEO’larına bilgi ve iletişim teknolojilerine yaptıkları yatırımların geri dönüşlerinin ne olduğunu sorarsanız, cevapları kesinlikle hayal kırıklığı ve belirsizlik olacaktır. Bu gergin durum F1’de de kendini göstermektedir, yüksek bütçeleri olan birçok takım gelişmiş teknolojik kaynaklarını yüksek performans çıktısı elde edebilecek şekilde dönüştürmeyi başaramaz. F1 bu sorunu masaya yatırmak için bize ideal bir ortam sağlıyor.
Mesela pilotların F1 aracını kullanma konusundaki yeteneklerinin takımın motivasyonunu arttırdığını biliyoruz. Ancak hiçbir F1 pilotu arkasında kendisini destekleyen bir organizasyonun ve teknolojik gücün varlığı olmadan başarılı olamaz. Pilotlar takımın birer parçasıdır ama bu rekabetçi ortamda yüksek başarı sağlayıp bunu sürdürmek için takımı bir araya getiren parçaların tamamının verimli bir şekilde organizasyona entegre olmaları gerekir. Takımın beher bireyinin sistemin bütününe olan katkılarını en üst seviyeye çıkarabilmeleri için motivasyonlarının her zaman en yukarıda olması gerekmektedir.
Bunu şu şekilde inceleyebiliriz:
Entegrasyon: Liderlik ve takım çalışmasından fazlasıyla etkilenen organizasyon sistemindeki tüm farklı ve aynı zamanda bağlantılı aktivitelerin bir araya getirilmesi, amaç ve hedef konusunda açıklık sağlanması ve performans optimizasyonu için gerekli olacak organizasyondaki pek çok değişken arasındaki tansiyonu devamlı olarak dengede tutmakla ilgili olan süreçtir.
İnovasyon: Sistemin devamlı olarak geliştirilmesi ve performansın yukarı taşınması sürecidir.
Dönüşüm: Organizasyonun, değişen koşullara ayak uydurmak, rekabet ortamının baskısıyla başa çıkabilmek, yeni kaynaklar yaratabilmek ve performansı artırmak için devamlı olarak kendisini yeniden şekillendirmesi sürecidir.
Organizasyonla ilgili bir başka önemli husus da temel süreçlerdir. Ek süreçlerse devamlı olarak düzeltilerek geliştirilmesi, paydaşlarla ilişki kurulup destek sağlanması gibi süreçlerden oluşur. Organizasyonun bir başka önemli bileşeniyse örgüt kültürüdür.
Liderlik rolü esasen entegrasyonla ilgili bir konudur, operasyonun temel parçaları arasında “yapıştırıcı” görevi görür ve gerilimin yatışmasını sağlar. Liderler, takımların ulaşmak isteyecekleri vizyonlar yaratırlar. Takımın kültürünü oluşturan davranışları besleyen değerleri liderler belirler. Liderler, hedefler koyar ve beklentileri yönetirler. Takımın rekabet kapasitesini belirleyip çalışanlar için yeterlilik kıstasları oluştururlar.
F1 takım liderlerinde gördüğümüz etkili liderlik özelliklerini yedi ana madde altında topluyor araştırmacılar:
Net bir amaç doğrultusunda makul beklentiler belirlemek
İşletmenin farklı fonksiyonel birimlerini birbirine entegre edebilmek
Sonuçlara odaklanmak
Kararlılığı ve stiliyle diğerlerine ilham vererek bir rol modeli olabilmek
Hızlı ve net kararlar verebilmek
Kendi işgücünü dışarıdan gelebilecek tehditlerden koruyabilmek
Liderliğin yalnızca üst düzey yöneticiler arasında değil organizasyonun tüm katmanlarında sergilenmesi gereken bir davranış biçimi olduğunu anlayabilmek.
Ferrari’nin takım başkanı olduğu dönemde Jean Todt ilginç bir perspektif ortaya koyuyor:
Bir yarışı kazandıktan sonra bir buçuk saatlik bir toplantı veya sohbet düzenleyip neleri tam olarak beceremediğimizi konuşurduk. Bir noktada bu kulağa oldukça negatif geliyor. Yani, daha biraz evvel Grand Prix kazanmışken neden kendinize bunu yapasınız ki?”
Üstelik Todt bize bu bilgiyi verdiğinde Ferrari bütün yarışları kazanıyordu. Fakat F1 dünyasında potansiyel sorunlara dikkat çekmek ve değerlendirmelerde bulunmak negatif bir şey olarak görülmüyor, aksine bir sonraki yarışı kazanabilmek için bir şansınız olmasını istiyorsanız yapmanız gereken şeylerden biri olarak kabul ediliyor. Tartışma toplantıları aracılığıyla değerlendirme yapmak da en az yarışa çıkmak kadar doğal ve normal sayılıyor.”
F1 bazında inovasyona etki edebilecek baskı unsurları ve gereksinimler neler? Araştırmamızda iki unsur öne çıkıyor: pazarlama hızı ve günden güne daha da büyüyen organizasyonlarda inovasyonu güçleştiren unsurlar.
Bir örgüt tipi olarak esnek ve problem çözebilen F1 takımlarının diğer endüstrilerde yer alan emsallerine göre artımlı değişimle daha iyi başa çıkabildiklerini düşünüyoruz. Buna karşın performans gelişimi için zihniyette temel değişikliklere sebep olacak radikal adımlar atmak zorunda kaldıklarında, hali hazırda var olan organizasyon çerçevesinde küçük adımlar atarak sürdürdükleri devamlı gelişime kıyasla büyük zorluklar yaşayabiliyorlar.
Değişimle başa çıkma konusunda F1 Takımlarının diğer şirketlerdeki takımlardan ayrılan özellikleri kitapta şöyle vurgulanıyor:
• Tutku ve dürtü
• Odak ve rekabet
• Girişimci zihin yapısı
• Detaylara dikkat etmek
F1’de başarı kazanma kültürüne bağlıdır. Yönetenler kazanma kültürü oluşturabilir ve devamlılığını sağlayabilirlerse takım başarır. F1 dünyasında bu tip bir kültür için gerekli dört önemli unsur bulunuyor. Bunlar: 1) Sürekli iletişim, 2) “Suçlu yok” felsefesi 3) Tek takım zihniyeti, 4) Uzun vadeli perspektif.
Kitap boyunca yazarlar F1 yönetim anlayışından 12 ders çıkarıyorlar. Onları burada sizin için sıralıyorum.
Ders Bir: Odaklan, Odaklan, Odaklan
Ders İki: Tek Takım – Bireyler, takımlar ve ortaklar arasında amaç birliği sağlayın
Ders Üç: Organizasyonu resmi olmayan süreçler, bağlantılar ve ilişkiler üzerine kurun
Ders Dört: Lider organizasyonun her kademesinde bulunmalıdır
Ders Beş: Hızlı karar verin ve sonuçlarından ders çıkarın
Ders Altı: Gerçek kazanımlar sınırlarda elde edilir
Ders Yedi: Her şeyi ölçün
Ders Sekiz: Keçileri kaçıracak gibi olun ama asla kaçırmayın
Ders Dokuz: Açık ve sürekli bir iletişim sağlayın
Ders On: Sorunu izole edin, kişiyi değil: “Suçlu yok” felsefesi
Ders On Bir: Elde edebilecekleriniz konusunda gerçekçi olun
Ders On İki: Gözünüz kör olmasın. Asla her zaman kazanmaya devam edeceğinize inanmayın.
Benim için arabalar ve hız sadece bir adrenalin değil yani. Yarış ve hız yapmak ciddi bir konsantrasyon gerektiren, her an onda olmanızı şart koşan yoksa başarısızlığın çok hızlı bir şekilde yaşanacağı bir test alanı, bir hobi… Size önerim en az bir hobinizin olmasıdır. Benim bu hobim her genç gibi sokaklarda başladı. Ama sorumluluk duyunca ve imkan bulunca pistlere yöneldim. İstanbul’da şanslıyız. Intercity Vurak Ak pek çok halka açık organizasyon düzenliyor. Ben ilk F2 tip araç pilot koltuğuna bindiğimde, hemen beni çıkarın buradan dedim, ama 5 dakika sonra kendi isteğimle geri bindiğim bu araçlardan bir daha da çıkmadım. Almanya’da Autobahn’da hız sınırı yoktur. Ben en fazla 315km/saat hız yaptım, kendim bakamamıştım göstergeye, yanımdaki bakmıştı. Zaten hız limitinizi beş şey belirler: 1-aracınız, 2-yol durumu, 3-diğer sürücüler, 4-kendi durumunuz ve tabii ki 5-kanunlar.
Velhasıl hobilerinizin olması ve bu hobilerinizi de arkadaşlık ve işiniz ile elinizden geldiğince birleştirmeniz çok önemlidir. 24 saat ancak aileniz, işiniz ve hobilerinizin bir arada olduğu bir yaşamda tatmin edici olur. Böylece hayatta heyecanınızı koruyabilirsiniz, işiniz gerçekten sevdiğiniz bir şey olabilir. Hobilerinizi anlayan, ona ortak olabilen arkadaşlarınız ve aileniz varsa siz de yaptıklarınızdan daha fazla zevk alırsınız Unutmayın sadece mutluluklar paylaşılınca artar. #mutluetmutluol.
Bu yazı muratulker.com adresinden alınmıştır.