TÜRKİYE’nin 2010’lu yılların ilk yarısına kadar dünyanın parlayan yıldızı sıfatına layık görülecek kadar olumlu bir ekonomik performans sergilediğini söyleyen Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “Sonra bir bozulma süreci yaşadık. 15 Temmuz’daki darbe girişimi bu süreçte dengeleri daha da bozan bir dönüm noktası oldu. Ancak, bozulan dengeleri yeniden düzeltebiliriz. Geçmişte nasıl yapmışsak yine yapabiliriz” dedi.
Bodrum’daki evinde görüştüğümüz Bülent Eczacıbaşı, Türkiye’nin üretim gücü, reform ve kriz deneyimleri ile birlikte, koşulların gerektirdiği ekonomik politikaları izlemesi halinde ekonomide iyileşmelerin kısa sürede sağlanabileceğini belirtti.
İşte Hürriyet Gazetesinde yer alan söyleşide Bülent Eczacıbaşı’na yöneltilen sorular ve cevapları…
Dünyayı uzun süredir etkisi altına alan pandemi sürecindeyiz. Türkiye krizlere alışık bir ülke. Nasıl bir dönem geçirdik?
Salgın, benzerini daha önce yaşamadığımız bir deneyim oldu. Büyük kayıplar yaşandı, acılar çekildi. Güç bir dönemden geçiyoruz. Gelişmiş ülkeler, salgının ilk döneminde yaşadıkları kararsızlıktan hızla çıkarak, hatalarından öğrenerek, tedavi protokollerini iyileştirmede ve aşı konusunda diğer ülkelere kıyasla hızlı yol aldılar. Bu ülkelerde bugün salgın büyük ölçüde kontrol altına alınmış görünüyor. Bu durumun ne kadar kalıcı olacağı, uygulanan önlemlere dair disipline ve virüsün olası yeni varyantlarının niteliğine bağlı olacak.
OLUMLU KATKI SAĞLAR
Ülkemizde vakalar ilkbahar aylarında rekor düzeylere ulaşmıştı. Alınan tam kapanma önlemleri ve uygulanmaya başlanan aşılarla bugün umut veren bir döneme girdiğimizi görüyoruz. Günde 1 milyon kişiyi aşan aşılamalar devam ederse, toplu bağışıklık sınırına kısa zamanda ulaşabileceğiz. Dünyanın her coğrafyasında salgına karşı kalıcı bir zafer elde edilemedikçe, işimiz kolay olmayacak. Aşılanma normale geri dönüşü de beraberinde getireceği için ekonomiye de olumlu katkı sağlayacaktır. Avrupa ile ticaretimizin önümüzdeki dönemde nasıl gelişeceği, ithalat-ihracat dengemiz ve turizm alanındaki bu yılki performansımız gibi unsurlar da ekonomimiz üzerinde belirleyici olacak. İnsanların normale dönme motivasyonunun güçlü olduğunu düşünüyorum ve önümüzdeki dönemin her alanda bir iyileşme dönemi olmasını umuyorum.
Türkiye’nin son ekonomik verileri, özellikle de büyümedeki pozitiflik dikkat çekici. Sizce genel ekonomik durumumuz ne durumda, eksiklerimiz var mı? Bundan sonraki süreçte atılması gereken adımlar neler olmalı?
Türkiye, 2010’lu yılların ilk yarısına kadar ‘dünyanın parlayan yıldızı’ sıfatına layık görülecek kadar olumlu bir ekonomik performans sergiledi. Dünyada yatırımcıların gözdesi oldu. Sonra bir bozulma süreci yaşadık, 15 Temmuz’daki darbe girişimi bu süreçte dengeleri daha da bozan bir dönüm noktası oldu. Ancak, bozulan dengeleri yeniden düzeltebiliriz. Geçmişte nasıl yapmışsak yine yapabiliriz. Reform deneyimimiz var, kriz deneyimimiz var. Türkiye küçümsenemeyecek bir üretim gücüne sahip, içinde bulunduğumuz koşulların gerektirdiği ekonomik politikalar izlenirse ekonomide iyileşmelerin kısa sürede sağlanması mümkün. İş yaşamında 50 yıla yakın bir geçmişim ve deneyimim var, bunun çok örneklerini gördüm.
ÜRETİM İHRACAT ARTMALI
Pozitif büyüme oranlarının bu güç dönemde elde edilmiş olması elbette çok olumlu. Ancak bu büyümenin büyük ölçüde kredi genişlemesiyle elde edilmiş olduğunu unutmayalım. Sürdürülebilir kalkınma için, istihdam ve verimlilik artışına dayalı büyümeyi sağlamak zorundayız. İthalatı kısıtlamaya çalışmaktan vazgeçip, üretimi ve ihracatı artırmalıyız. Bunun için de, yatırım ikliminin iyileştirilmesi gerekiyor. Yatırım iklimini iyileştirmenin olmazsa olmaz koşulları hukuk reformu, eğitim reformu ve Türk parasının değer kaybının önlenmesidir. Türkiye geçmişte yüksek enflasyondan çok zarar gördü. Aynı sürece girmekten mutlaka kaçınmalıyız.
KARARLILIKLA UYGULANMALI
Yapılması gerekenlere yönelik önerim, reformların eksiksiz planlanması ve kararlılıkla uygulanmasıdır. Kamu yönetimi reformu mutlaka öncelikle ele alınmalıdır. TÜSİAD Başkanının geçtiğimiz günlerde değinmiş olduğu ‘kurumsuzlaşma’ vurgusunun da bununla ilgili olduğunu düşünüyorum. Sağlıklı bir kamu ve toplum düzeni ancak sağlam kurumların işleyişiyle mümkün olabilir. Geçmişte reformların yapıldığı dönemlerde reform programlarının eksiklikleri, tam ve kalıcı başarı elde edilmesini engelledi. Örneğin Özal döneminde çok önemli reformlarla piyasa ekonomisine uyum açısından pek çok şey yapıldı, ama para politikalarında reform yapılmadı. Sonuç olarak Türkiye yıllarca enflasyon sorunu yaşamaya devam etti. Ancak 2000’li yıllarda TCMB bağımsızlığı gerçekleştirilince enflasyonla mücadelede başarı elde edildi. 2000’li yılların başlarında AB’ye uyum reformları kapsamında da çok önemli şeyler yapıldı, ama gerçek anlamda kapsamlı bir eğitim reformuna ne yazık ki bir türlü sıra gelmedi.
Dünya siyasetindeki dalgalanmalara paralel ekonomiler üzerinden yürütülen savaşlar da dikkat çekici. “İşim Gücüm Budur Benim” adlı kitabınızda da bu tartışmaya oldukça geniş yer ayırmıştınız. Bu cephede avantajlarımız ve dezavantajlarımız neler?
Bulunduğumuz coğrafya, verimli topraklarımız, iklim, nitelikli insan kaynağımız ve üretme gücümüz aklıma öncelikle gelen avantajlarımızdan sadece bazıları… Dezavantaj ya da gelişmeye açık alanlarımız da elbette var. Kapalı ekonomi ortamında büyümüş ve gelişmiş olan sanayimizin inovasyon gücünün en büyük gelişme alanımız olduğunu düşünüyorum. AR-GE’ye ayrılan kaynaklar geçmişe kıyasla önemli ölçüde artmış olsa da, halen gelişmiş ülkelerin gerisindedir. Katma değeri yüksek, yenilikçi ürünlerle rekabet edebilmek için inovasyon kültürümüzü geliştirmemiz gerekiyor. Bu konuda, iş dünyasının temsilcileri olarak bizler de özeleştirimizi yapmalıyız.
Sanayimizin rekabet gücünün artırılması için yeni bir ekonomik kalkınma modelini benimsememizin önemli olduğuna inanıyorum. Artık görüyoruz ki, sürekli cari açık vermeye ve dışarıdan borçlanarak büyümeye dayanan ekonomik model, sürdürülebilir değil. İhracatı, yaratacağı dünya markaları ve yüksek katma değerli ürünlerle itici güç haline getirecek yeni bir ekonomik model, Türkiye’nin erişebileceği bir hedeftir.
Eczacıbaşı Topluluğu son yıllarda hem Türkiye hem de yurtdışında önemli yatırımlar yaptı. Büyüme süreciniz ve perspektifiniz devam ediyor mu?
ÖNLEMLER İÇEREN PLAN
Eczacıbaşı Topluluğu olarak, dijital dönüşümü odak noktasına alan bir strateji ile ilerliyoruz. Önümüzdeki dönemde, farklı iş kollarımızda uzun vadeli büyümemizi destekleyecek yatırımlara da devam edeceğiz. Öncesinde olduğu gibi, koronavirüs salgını sonrası ekonomik dinamikleri tüketici davranışları belirleyecek. Bu nedenle, portföyümüzde tüketicilerin sağlık ve hijyen ihtiyacına cevap veren ürünlerimizin ağırlığının da artmasını hedefliyoruz. Dünyadaki gelişmelerin iş kollarımız üzerindeki olası etkilerini dikkate alan, büyüme iddiası olan, ancak olası olumsuzluklara karşı da önlemler içeren bir planımız var.
Bülent Eczacıbaşı pandemi döneminde ne yaptı? Siz de uzaktan çalıştınız mı? Süreci nasıl yönettiniz?
Topluluğumuz teknolojinin sunduğu bütün olanakları iş süreçlerinde kullanmada oldukça tutkulu bir insan kaynağına sahip, bu açıdan şanslıyız. Yıllardır esnek çalışma, ofis dışı ortamlarda çalışma; mobil cihazlarla her türlü şirket materyaline erişim; e-imza ve diğer onay süreçlerini kullanıyorduk. Böylece, salgının dikte ettiği koşullara göre iş akışlarımızı hızla adapte edebildik. Ben de, topluluğumuzda görev yapan arkadaşlarımız da salgının seyrine göre, işimizin gerektirdiği bir düzende ofislerimizden ya da evlerimizden çalıştık. Topluluğumuz içinde aldığımız olağanüstü önlemlerin yanı sıra, ülkemizin salgın ile mücadelesine de destek verdik. Çabalarımız bugün de devam ediyor.
FOTOĞRAFÇILIĞIN SONUNU YAPAY ZEKA GETİREBİLİR
İki tutkunuz bilinir. Biri binicilik diğeri fotoğraf… Videoların teknolojik olarak revaçta olduğu platformlar üzerinden çok izlendiği bir dönem geçiriyoruz. Fotoğraf sizce önümüzdeki dönemde yine hayatımızda olmayı sürdürecek mi?
Evet, binicilik tutkumun ilkokul yıllarıma, fotoğrafçılığın ise üniversite yıllarıma kadar gerilere giden geçmişi vardır. İkisinin ortak noktası her yaşta yapılabilmesidir. Ancak yıllar içinde biniciliğin şekli ve yoğunluğu zorunlu olarak değişiyor; engel atlama yarışmalarına girmenin belli bir yaşta sonu geliyor. Videonun yaygınlaşmasının fotoğrafın geleceğini tehdit ettiğini düşünmüyorum; fotoğraf ve filmcilik, sinema, video hep yan yana gelişerek bugünlere geldi. Bildiğimiz anlamda fotoğrafçılığın sonunu getirebilecek olan gelişme yapay zekâ teknolojilerinden ortaya çıkabilir. Bugün artık hiç fotoğraf çekme zahmetine girmeden bilgisayar ekranının başında istediğiniz görüntüyü üretebiliyorsunuz. Yapay zekâ bunu bizden daha iyi yapabilecektir, birçok işi bizden daha iyi yapacağı gibi. Tabii bizden daha iyi at binen robotlar da çıkabilir! Kendimize yeni tutkular bulmamız gerekecek…
�
KORONAVİRÜSE KARŞI ÇÖZÜMLER HIZLIYDI
Bu kadar araştırmalara, yüksek teknolojilere rağmen, koronavirüsün ilacının hala bulunamamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Uzayda yaşamı konuştuğumuz bir yüzyılda dünyada zamanımız daralıyor mu?
Tıp ve eczacılık dünyasının koronavirüs salgını ile mücadelede oldukça hızlı çözümler bulduğunu düşünüyorum. Virüsün çok kısa sürede gen haritası çıkartıldı, birden fazla aşı süratle geliştirildi ve uygulandı; tedavi protokolleri virüsü tanıdıkça sürekli güncellendi ve daha etkili hale getirildi… İlaç konusunda da son derece umut veren gelişmeler olduğuna dair haberler okuyoruz.
FELAKET BİLANÇOSU
Dünyada zamanımızın daraldığı konusuna gelince… Tüketim alışkanlıklarımız bu şekilde devam ederse, dünyayı daha yaşanmaz bir hale getireceğimiz öngörüsüne ben de katılıyorum. İklim değişikliğinin yarattığı doğa felaketlerinin bilançosu giderek ağırlaşıyor. Bugün, içinde yerkürenin geleceği ile ilgili samimi bir kaygının bulunmadığı bir küreselleşmenin sürdürülebilir olamayacağını görüyoruz. Geçmişin özeleştirisini yaparak, doğaya karşı sorumlu bir değer zinciri kurgulamalıyız. Hepimiz için, kurulmakta olan hem yeşil, hem de dijital ortak uluslararası pazarın zaman kaybetmeden bir parçası olmak bir seçenek olmaktan çıkıyor, bir gereklilik halini alıyor.