İstanbul’un fethi, yeni bir çağın başlangıcı olarak kabul edilir. Osmanlı, İstanbul’a odağına aldığı bu dönemde, dünyada bambaşka şeyler oluyordu. Bakış açımızı biraz genişleterek tarihte size yolculuk yaptırmak ve ardından da Afrika’ya dikkat çekmek istiyorum.
15. yüzyıl sadece Türkler için değil, dünyanın doğusunda ve batısında da ülkeler farklı açılımlar ve dönüşümlerin çağı oldu. İspanya ve Portekiz hızla dünyanın farklı bölgelerine seferler düzenliyordu. Öyle ki Cebilitarık’ın doğusu ile batısını aralarında paylaşmışlardı. Kristof Kolomb, Amerika’yı keşfedeceğini bilmeden batıya doğru yelken açıp Hindistan’a sefer hazırlığı yapıyordu.
Çin’in Kristof Kolomb’u!
Daha önce sadece İpekyolu ile dünyaya ulaşmaya çalışan Çin, tarihinde ilk defa Asya’nın ötesine açıldı. Bu açılımda benim arşivimde kitap oluşturacak kadar hakkında bilgi topladığım biri var: Zheng He…
Aslı Türk olan Çin Amirali Zheng He, o tarihe kadar görülmemiş büyüklükteki gemilerle, okyanus ötesine araştırma ve ikili ilişkileri geliştirmek için seferler düzenledi. Çin’in Kristof Kolomb’u da diyebilirsiniz. Belki de Kristof Kolomb’a İspanya’nın Zheng He’si demek daha doğrudur. Çünkü daha önce yaşadı.
Çocukluğunda babası hacca gitmiş ve Ortadoğu ile ilgili çok hikayeler anlatmıştı kendisine. 14 yaşında esir düşünce, Çin Prensinin emrine veriliyor ve onun himayesinde amiralliğe kadar yükseliyor. O da amiral olunca, babasından duyduğu yerleri görmek için Pasifik ülkeleri, Güney Asya kıyıları, Arap Yarımadası ile Afrika kıyılarını dolaşma fırsatı buldu ve Çin’i dünyaya açan kişi olarak tarihe geçti.
İber Yarımadasında farklı hareketlilik yaşanıyordu. Avrupa’nın en önemli eğitim merkezi haline gelen Müslüman Endülüs Devleti, İspanya ve Portekiz tarafından rahatsız edilmeye başlandı. Ardından Müslüman ve Yahudi aileler tacizlere uğradı, katledildi ve adadan sürüldü. İspanyollar ve Portekizliler o noktada kalmadılar ve gözlerini önce Afrika’ya, sonra Uzakdoğu’ya ardından da Amerika kıtasına çevirdiler.
Afrika’yı sömürgeleştirme hareketleri
Afrika’yı sömürgeleştirme amacı güden bu harekete dünya seyirci kaldı. Osmanlı da öyle… Yakın zamana kadar da Afrika’da 15. yüzyıldan önce nasıl bir ortam olduğu, ardından beş asır neler yaşandığı konusunda neredeyse dünya gündemine hiç gelmedi.
Afrika artık tarihi, kültürü ve potansiyeli ile sık sık dünya gündemine geliyor. Bu gündem oluşturma sebeplerinden biri de Howard W. French’in “Born in Blackness” kitabı oldu. Neredeyse dünyanın bütün mecralarında kitap ele alındı, değerlendirildi ve pek çok entelektüel de kitaba ve konuya dikkat çekti. En son kendisinin bir “Afrika öğrencisi” olduğunu belirten Bill Gates’in de kitaba büyük övgü dizdiğini gördüm.
Bu muhteşem, güçlü ve sürükleyici esere Howard W. French, tarih hakkında düşünme şeklimizin tamamen yanlış olduğunu söyleyerek başlıyor. French, Pulitzer ödüllü bir gazeteci ve yazar. Kitabında haber değeri olan çok önemli detaylar yer alıyor. Ona göre sorun, sadece Afrika halkının ve kültürlerinin göz ardı edilmesi ve bir kenara bırakılması değildir. Daha ziyade, küresel geçmişin hikayesinin derin bir “yanlışlığın” parçası haline gelmesi için kasten yönlendirilmesidir.
İnsanların Afrika’dan Dünya’ya yayıldığı teorisi!
Kitabın içeriğine bakmadan Afrika ile ilgili hemen aklıma şunlar geldi: Öncelikle dünyanın bilinen en eski kütüphanelerinden en büyük iki tanesi Afrika’da bulunuyor. İskenderiye Kütüphanesi ve Mali’deki Timbuktu Kütüphanesi…
Çocuklarıma her zaman şunu söylerim: Türk medeniyetini anlamak için mutlaka Orta Asya’ya gidin, dünya medeniyetini anlamak için de Afrika’ya gidin. Nil boyunca konumlanan Mısır medeniyetinin öncesinde, insanların Afrika’dan dünyaya dağıldığına dair bilimsel veriler var.
Howard W. French de bu yaklaşım içinde. Mali Hükümdarı Mansa Musa, bugünün değeriyle 500 milyar doları aşan servetiyle, hala dünyanın en zengin kişisi olarak kabul ediliyordu. Timbuktu’daki kütüphaneyi de Mansa Musa kurmuş. Bu sadece altın madenlerinden oluşan bir servet değildi. Afrika’nın her yerinde toplumsal ilişkilerde çok başarılı olmuş yönetimler oluşturulduğunun da göstergesiydi.
Mali Krallığı önemli bir öğrenme ve kültür merkeziydi ve Afrika’daki en önemli akademisyenlerden ve sanatçılardan bazılarına ev sahipliği yapıyordu. İmparatorluk aynı zamanda önemli bir ticaret merkeziydi ve Batı Afrika’yı Akdeniz dünyasına bağlayan altın ve tuz ticaret yollarını kontrol ediyordu.
Bundan neredeyse bin yıl önce, Habeş Kralı Necaşi, bugünkü Etiyopya topraklarında yaşamış ve adil yönetimiyle bilinen biriydi. Hatta, Mekke’den kaçan ilk Müslümanlara sahip çıkan tarihe mal olmuş bir yöneticiydi. Daha sonra, Peygamberimizi ziyaret etmeye gelirken yolda vefat ettiğini biliyoruz.
Büyük Zimbabve, bugünkü Zimbabve olan yerde bulunan bir ortaçağ şehriydi. O zamanlar Afrika’nın en büyük ve en sofistike şehirlerinden biriydi. Şehir, yetenekli mühendisler ve mimarlar olan Shona halkı tarafından inşa edildi. Büyük Zimbabve, önemli bir ticaret ve ticaret merkeziydi ve Afrika uygarlığının gelişiminde önemli bir rol oynadı.
Kongo Krallığı, 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Orta Afrika’da gelişen güçlü bir imparatorluktu. İmparatorluk, Hıristiyanlığa geçen ve Portekiz ile diplomatik ilişkiler kuran Nzinga a Nkuwu tarafından kuruldu. Kongo Krallığı önemli bir ticaret ve ticaret merkeziydi ve sofistike bir kültüre ev sahipliği yapıyordu. İmparatorluk aynı zamanda Hıristiyanlığın önemli bir merkeziydi ve Afrika’daki en önemli Hıristiyan liderlerden bazılarını yetiştiren ülkedir.
Afrika gerçekleri!
Howard French’in Born in Blackness adlı kitabı Afrika hakkında bir dizi tarihi gerçeği sunuyor. Bu gerçeklerden bazıları şunları içerir:
Afrika insanlığın doğum yeriydi. İnsan atalarının bilinen en eski fosilleri Afrika’da bulunmuştur.
Afrika, çok çeşitli kültürlere ve dillere ev sahipliği yapmaktadır. Afrika’da konuşulan 2.000’den fazla farklı dil vardır ve her kültürün kendine özgü gelenek ve görenekleri vardır.
Afrika zengin bir ticaret ve ticaret geçmişine sahiptir. Afrika yüzyıllardır önemli bir ticaret merkezi olmuştur ve halkı uzun zamandır dünyanın diğer bölgeleriyle mal ve fikir alışverişinde yer almaktadır.
Afrika’nın uzun bir yenilik ve yaratıcılık geçmişi vardır. Afrikalılar bilim, tıp, sanat ve müzik dahil olmak üzere çok çeşitli alanlara önemli katkılarda bulundular.
Afrika sömürgecilik ve sömürünün kurbanı olmuştur. Afrika, yüzyıllar boyunca kaynaklarını çıkaran ve halkını köleleştiren Avrupalı güçler tarafından sömürülmüştür.
Afrika bir umut ve vaat kıtasıdır. Afrika, zorluklarına rağmen parlak bir geleceği olan bir kıtadır. Halkı dayanıklı ve beceriklidir ve kendileri ve çocukları için daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlıdırlar.
Bunlar, Born in Blackness’te sunulan Afrika hakkındaki birçok tarihsel gerçeklerden sadece birkaçıdır. French’in kitabı, kıtanın zengin ve karmaşık tarihi hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen herkes için değerli bir kaynak niteliğindedir.
Afrika tarihinden satır başları!
Born in Blackness, Portekiz’in Afrika ile diplomatik ilişkiler ve ardından sömürgeleştirme politikasıyla başlayan tarihi süreçte, kıtada yaşanmaya başlayan ekonomik olumsuzlar hakkında çeşitli verileri paylaşıyor.
Sömürge öncesi dönemde Afrika, Mali İmparatorluğu’nun yanı sıra Songhai İmparatorluğu ve Büyük Zimbabve de dahil olmak üzere bir dizi zengin ve güçlü imparatorluğa ev sahipliği yapıyordu. Bu imparatorluklar büyük ticaret merkezlerinde ve altın, tuz ve tekstil de dahil olmak üzere çeşitli mallar üretiyorlardı.
Transatlantik köle ticaretinin Afrika ekonomisi üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu. Milyonlarca Afrikalı, köle olarak çalışmak için Amerika’ya zorla nakledildi ve bu, nüfusta bir düşüşe ve işgücü kaybına yol açtı. 15 milyon civarında kölenin Amerika ve Avrupa’ya kaçırıldığı, 6 milyon Afrikalının da köleleştirme sürecindeki çatışmalarda hayatını kaybettiği öngörülüyor. Köle ticareti ekonomiyi bozdu ve mal üretiminde düşüşlere yol açtı. Bu süreçte Afrika nüfusunun yüzde 10 azaldığı tahmin ediliyor.
Avrupalı güçler Afrika’yı kolonilere ayırdılar ve kıtanın kaynaklarını kendi çıkarları için sömürdüler. Bu, birçok Afrikalı için yaşam standardında bir düşüşe yol açtı ve Afrika’nın kendi ekonomisini geliştirmesini zorlaştırdı. Mesela, palm yağının kaynağı ve ana vatanı Afrika’dır ve Avrupalı sömürgeciler arasındaki rekabetten dolayı oradan Endonezya adalarına götürülmüştür.
Sömürge sonrası dönem yani son 70 yıl içinde, Afrika için karışık bir ekonomik servet paylaşımı dönemi olmuştur. Bazı ülkeler önemli ilerlemeler kaydederken, diğerleri mücadele etti. Bununla birlikte, genel olarak, Afrika ekonomisi son yıllarda büyüdü ve kıta artık potansiyel bir ekonomik güç merkezi olarak görülüyor.
Afrika nüfusunun yüzde 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor
Born in Blackness kitabı, tarihsel süreçte Afrika ekonomisine kapsamlı ve incelikli bir bakış sunuyor. Veri noktalarından bazıları şunları içeriyor:
Afrika’nın GSYİH’sı son yıllarda önemli ölçüde büyüdü, ancak hala küresel ortalamanın altında. 2020’de Afrika’nın GSYİH’sının, küresel GSYİH’nın yaklaşık yüzde 3’ü olan 2,6 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
Afrika’daki yoksulluk oranı maalesef yüksektir ve nüfusun yaklaşık yüzde 40’ı uluslararası yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. 2020’de Afrika’da tahmini 435 milyon insan uluslararası yoksulluk sınırının altında yaşıyordu.
Yukarıda bahsettim, büyük medeniyet kurmuş olan Mali, Kongo hala dünyanın en fakir ülkeleri arasında kabul ediliyor.
Çalışma çağındaki nüfusun yaklaşık yüzde 20’si işsiz olan Afrika’da 2020 yılı itibariyle 125 milyon insanın işsiz olduğu tahmin ediliyor.
Afrika ülkeleri, ihraç ettiğinden daha fazla mal ve hizmet ithal ediyor. 2020’de Afrika’daki ticaret açığının 140 milyar dolar olduğu hesaplanıyor.
Afrika, kıta ülkelerinin yaklaşık yüzde 60’ının borç sıkıntısı içinde olduğu ve 2020 yılı itibariyle Afrika ülkelerinin toplam borcunun 3.4 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
Dünya sanatında Afrika etkisi!
İşin sanat yönü daha ilginç gelir bana. Medeniyetin olduğu yerde, sanatı gücü her alanda etkisini gösterir. Afrika’nın hala dünya sanatını etkilemesi gibi.
Born in Blackness kitabı, Afrika sanatının Avrupa ve Amerikan sanatı üzerindeki etkisini tartışıyor. French, Afrika sanatının Kübizm, Sürrealizm ve Soyut Ekspresyonizm dahil olmak üzere çok çeşitli sanatsal hareketler üzerinde önemli bir etkisi olduğunu belirtiyor. Afrika sanatının bu hareketleri geometrik şekilleri kullanması, ritim ve harekete vurgusu ve sembolik imgeleri kullanması da dahil olmak üzere çeşitli şekillerde etkilediğini savunuyor.
French ayrıca Pablo Picasso, Henri Matisse ve Constantin Brancusi de dahil olmak üzere Afrika sanatından etkilenen bir dizi bireysel sanatçının çalışmalarını tartışıyor. Bu sanatçıların Afrika sanatının gücüne ve dışavurumculuğuna çekildiğini ve onu yeni ve yenilikçi sanat biçimleri yaratmak için kullandıklarını savunuyor.
Ayrıca kitapta, Afrika sanatının 1920’lerde ve 1930’larda Amerika Birleşik Devletleri’nde gelişen bir kültürel hareket olan Harlem Rönesansı üzerindeki etkisini tartışıyor.
Afrika sanatının Avrupa ve Amerikan sanatını nasıl etkilediğine dair bazı özel örnekler de sunuyor:
. Kübizm, Fransa’da gelişen 20. yüzyıl sanat akımıdır. Pablo Picasso ve Georges Braque gibi kübist sanatçılar, Afrika sanatının geometrik şekillerinden ve soyut formlarından etkilenmiştir. Bu unsurları, geleneksel perspektif ve temsil geleneklerinden kopan yeni ve yenilikçi sanat biçimleri yaratmak için kullandılar.
. Sürrealizm, Avrupa’da gelişen bir 20. yüzyıl sanat akımıdır. Salvador Dali ve René Magritte gibi sürrealist sanatçılar, Afrika sanatının rüya gibi imgelerinden ve sembolizminden etkilendiler. Bu unsurları bilinçaltı zihni ve fantezi alemini keşfeden sanat eserleri yaratmak için kullandılar.
. Soyut Ekspresyonizm, 20. yüzyılın ortalarında gelişen bir Amerikan sanat akımıdır. Jackson Pollock ve Willem de Kooning gibi Soyut Ekspresyonist sanatçılar, Afrika sanatının dışavurumcu gücünden etkilenmiştir. Kendi içsel duygularını ve deneyimlerini ifade eden sanat eserleri yaratmak için cesur renkler, jest fırça işi ve temsili olmayan formlar kullandılar.
. Blues Müziği: Blues terimi Batı Afrika kültüründe cenaze ve yas törenlerinde ”acının ifadesi” olarak kullanılan “çivit rengi” üzerinden mistisizme dayanır. Blues, 400 yıllık geçmişi olan ve temeli Afrika’ya dayanan, bir müzik türüdür. Jazz, 19.yüzyılın son dönemlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin New Orleans eyaletinde Afrika asıllı Amerikalıların topluluklarında ortaya çıkan bir nevi isyan müzik türüdür. Jazz müziği, Blues ve Ragtime müzik türlerinin de devamı niteliğindedir. Günümüz müziğinin neredeyse bütün dallarını etkilemiştir.
Afrika sanatının Avrupa ve Amerikan sanatına etkisi karmaşık ve çok yönlü bir olgudur. French’in Born in Blackness kitabı bu etkiye değerli bir genel bakış sağlıyor.
Yükselen Afrika gerçeği!
Howard W. French, Born in Blackness kitabıyla yükselen Afrika gerçeğine bu kitapla dikkat çekiyor. Benim kitaptan elde ettiğim başlıca çıkarımlar şunlar oldu:
. Afrika, geleneksel anlatılarda genellikle göz ardı edilen zengin ve karmaşık bir tarihe sahiptir.
. Afrikalılar kendi tarihlerini şekillendirmede aktif katılımcılardı ve çeşitli alanlarda dünyaya önemli katkılarda bulundular.
. Transatlantik köle ticaretinin Afrika üzerinde yıkıcı bir etkisi oldu ve mirası bugün hissedilmeye devam ediyor.
. Avrupa sömürgeciliği, Afrika’da büyük bir çalkantı ve şiddet dönemiydi ve bir yoksulluk, hastalık ve çatışma mirası bıraktı.
. Afrika’nın karşılaştığı zorluklara rağmen, yükselişte olan bir kıtadır ve 21. yüzyılda önemli bir rol oynama potansiyeline sahiptir.
Umarım kitap en kısa zamanda tercüme edilip, Türkçe’ye de kazandırılır.